İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5021 %-0.01
49,6342 %-0.11
5.742,38 % -0,18
92.569,90 %-1.356
Ara
Muhalif. GÜNDEM Papa 14. Leo Türkiye ziyaretine başladı: Erdoğan ile görüştü

Papa 14. Leo Türkiye ziyaretine başladı: Erdoğan ile görüştü

Papa 14. Leo, 27-30 Kasım Türkiye ziyareti kapsamında Anıtkabir’e çıktı, Erdoğan tarafından Külliye’de resmi törenle karşılandı.

KAYNAK: HABER MERKEZİ
Okunma Süresi: 15 dk

Papa 14. Leo, 27-30 Kasım tarihlerini kapsayan Türkiye ziyaretine resmen başladı. Türkiye'yi ziyaret eden beşinci Papa olan Leo, Ankara’daki programında ilk olarak Anıtkabir’i ziyaret etti. Ardından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından resmi törenle karşılandı.

Erdoğan–Papa görüşmesinde öne çıkan başlıklar

İki lider arasında yapılan baş başa görüşmede, Türkiye-Vatikan ilişkilerinin yanı sıra Filistin meselesi başta olmak üzere bölgesel ve küresel gelişmeler ele alındı. Görüşmenin diplomatik açıdan kapsamlı ve yapıcı bir atmosferde geçtiği bildirildi.

Külliye’den sonra Millet Kütüphanesi’nde ortak açıklama

Erdoğan ve Papa 14. Leo, ikili görüşmenin ardından dünyanın en büyük üçüncü kütüphanesi olan Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne geçti. Cihannüma Salonu’nda düzenlenen basın toplantısında iki lider hem ikili ilişkileri hem de küresel insani meselelere dair mesajlar verdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşması şöyle: 

"Saygıdeğer Papa 14. Leo’yu ve heyetini ülkemizde misafir etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Bir kez de sizlerin huzurunda kıymetli misafirimize ve heyetine “Ülkemize hoş geldiniz” diyorum.

Kendilerinin göreve başladıktan sonra ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye gerçekleştirmesini her bakımdan çok anlamlı buluyorum. Bu müstesna ziyaretin, Türkiye ile Vatikan arasındaki köklü ilişkilerin dostluk, iş birliği ve karşılıklı anlayış temelinde güçlenmesine katkı sağlamasını canıgönülden temenni ediyorum.

Başta bu salondan yansıyanlar olmak üzere, ziyaret boyunca Türkiye’den verilecek mesajların Türk-İslam dünyasına ve tüm Hristiyan coğrafyasına ulaşacağına, dünyada barış umutlarını daha da artıracağına yürekten inanıyorum.

Kıymetli misafirimizin ziyareti, bölgesel ve küresel olaylar bağlamında son derece kritik bir zamana tekabül ediyor.

İnsanlığın yön arayışının hızlandığı, küresel düzeyde belirsizliklerin arttığı; Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya gerilimlerin tırmandığı bir dönemde gerçekleşen bu ziyaretin, tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını ümit ve arzu ediyorum.

Nitekim bugün verimli geçen ikili görüşmemizde, küresel barışın ve istikrarın tesisi konusundaki gözlemlerimizi ve ortak beklentilerimizi paylaştık. Milletlerimizin yanı sıra, insanlığın ortak vicdanını ilgilendiren güncel meseleleri ele aldık.

Göçe zorlanan insanlara sahip çıkmak kadar, insanları göçe zorlayan sebeplerin ortadan kaldırılmasının da önemine dikkat çektik.

Çatışmalar, insani krizler, yoksulluk, adaletsizlik ve iklim değişikliği gibi küresel sınamalar karşısında, barışı savunan, adaleti önceleyen ve merhameti esas alan bir yaklaşım etrafında buluştuğumuzu görmekten şahsen büyük bir bahtiyarlık duydum.

Kıymetli dostlar, burada öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum.

Türkiye olarak, üç kıtanın kalbinde, Doğu ile Batı’yı birleştiren, farklı kültür ve inançlar arasında köprü olan istisnai bir konuma sahibiz.

Biz, her fırsatta vurguladığımız gibi, ilhamını çift başlı Selçuklu Kartalı’ndan alan; yüzü ve yönü hem Doğu’ya hem Batı’ya dönük bir ülkeyiz.

Bin yıldır vatanımız olan bu topraklarda, her ırka, dine, mezhebe ve kökene mensup insanlar hiçbir endişe ve baskı olmadan özgürce yaşamıştır.

İstanbul’a, Hatay’a, Mardin’e, Diyarbakır’a ve birçok şehrimize gittiğinizde camilerle birlikte kilise ve sinagogları yan yana görürsünüz. İşte bu, ortak yaşam kültürümüzün tanıklarından sadece birkaçı.

Göreve geldiğimiz 2002 yılından bu yana yüze yakın kilise, manastır ve ibadethanenin restorasyonunu tamamladık. Bunların bir kısmının açılışına bizzat iştirak ettim. Yıl sonuna kadar beş eseri daha ibadete açmayı hedefliyoruz. Kültürel, dini ve etnik farklılıkları bir ayrışma unsuru olarak değil, tam tersine bir zenginlik kaynağı olarak addediyoruz. Her bir insanımız, dili, dini, mezhebi veya etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci sınıf vatandaşıdır. Tek bir insanımızın dahi ayrımcılığa maruz kalmasına müsaade etmeyiz.

Bunun temelinde ise, yaradılığını yaradandan ötürü seven; kainata sevgi ve şefkat nazarıyla bakan bir medeniyet tasavvurumuz vardır. Bakınız, bundan 700 yıl önce Yunus Emre insanlığa nasıl sesleniyordu: “Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan, halka müderris olsa hakikatte asidir.”

Aynı şekilde Hazreti Mevlana da Divan-ı Kebir’inde şöyle diyordu: “Bütün insanlarda aynı ruh vardır. Fakat bedenler, tenler yüz binlercedir. Dünyada çeşitli diller, lugatlar var. Fakat hepsinin de anlamı birdir.”

Değerli dostlar, kıymetli misafirimizin yüzyıllardır farklı inançlara ait ibadethanelerin, kandillerinin aynı semayı aydınlattığı Türkiye’yi ziyareti, hem ülkemizin özel konumuna hem de ortak değerlerimize dikkat çeken anlamlı bir vesiledir.

Biz, farklı kültür ve medeniyetlerin bir arada, yan yana ve huzur içinde yaşadığı bir tarihin mirasçıları olarak, küresel barış ve istikrar ortamının serpilmesi için üzerimize ne düşüyorsa yapıyor ve yapacağız.

Medeniyetler çatışmasının kışkırtıldığı bir dönemde, Türkiye ve İspanya olarak ilk adımını attığımız, Birleşmiş Milletler çatısı altında ilerleyen Medeniyetler İttifakı girişimi, bu hassasiyetimizin en somut örneğidir.

20.yılını geride bırakan, 160’ı aşkın ülke ve kuruluşun mensubu olduğu Medeniyetler İttifakı’nın ulaştığı seviye, sadece ülkemiz adına değil, tüm insanlık adına çok sevindirici ve umut vericidir.

Tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi bugün de çevremizdeki çatışma, kriz ve zulümler karşısında sorumluluk alıyor; kolay olanı değil, zor olanı seçerek barış, adalet ve istikrar için elimizi taşın altına koyuyoruz.

Milli gelire oranla dünyada en fazla insani yardım yapan ülkelerden biriyiz. 13,5 yıl boyunca 3,6 milyonu aşkın Suriyeli kardeşimize ev sahipliği yaptık.

Suriye’de olduğu gibi, Ukrayna’da da savaştan kaçan mültecilere, bilhassa savaş mağduru çocuklara kapımızı açtık. Karadeniz tahıl girişiminden esir ve cenaze takaslarına, tarafları ortak bir zeminde buluşturan pek çok adım attık. Son günlerde Rusya-Ukrayna savaşını sonlandırmaya dönük hareketliliği yakından takip ediyor, gerekli desteği ve katkıyı sunmaya çalışıyoruz.

Saygıdeğer misafirimizin barış ve diyalog yönündeki çağrıları da diplomatik sürecin başarısı bakımından son derece kıymetlidir. Herkes için adalet, herkes için refah, herkes için barış, herkes için huzur. Bizim gayemiz ve başarmak istediğimiz işte bunlardır.

Çok değerli dostlar, bölgemizdeki kalıcı barış ikliminin kalbinde Filistin meselesi vardır. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yetmiş binden fazla Gazzelinin katledildiği, iki yılı aşkın süren saldırılarda bu acı hakikate bir kez daha şahit olduk. İsrail hükümeti, aralarında kiliselerin, camilerin, hastanelerin ve okulların da bulunduğu sivil yerleşim yerlerini aylardır bombalıyor.

İsrail’in vurduğu ibadethanelerden biri de Gazze’deki tek Katolik kilisesi olan Kutsal Aile Kilisesi’ydi. Kendilerine bu vesileyle tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Saygıdeğer misafirimiz ve seleflerinin, özellikle Filistin meselesine yönelik dirayetli duruşlarını daima takdirle karşıladığımızın bilinmesini isterim. İnsanlık ailesi olarak Filistin halkına en büyük borcumuz adalettir. Bu borcu ödemenin yolu ise, 1967 sınırları temelinde iki devletli çözüm vizyonunu bir an önce hayata geçirmektir.

Bunun için öncelikle, Gazze’de varılan ateşkesin tahkim edilmesi, sivillerin güvenliğinin teminat altına alınması ve insani yardımların kesintisiz biçimde Gazze’ye ulaştırılması gerekiyor. Aynı şekilde, Kudüs-ü Şerif’teki tarihi statükonun korunması da çok önemlidir. Doğu Kudüs’ün tarihi kimliğine zarar verecek her türlü mütecaviz eyleme karşı birlikte hareket etmeyi sürdüreceğimize inanıyorum.

Burada şunu da ifade etmekte fayda görüyorum:

Türkiye, vatandaşlarının %99’u Müslüman bir ülke olarak, Hristiyan topluluklar dahil tüm inançlara saygıyı her yerde teşvik etmektedir. Ülkemizle birlikte, tüm bölgemizde mabetlerin, tarihi eserlerin ve kültür ile inanca dayalı kadim mirasın korunmasına büyük önem atfediyoruz.

Komşumuz Suriye’nin, uzun yıllardır süren çatışmaların ardından, farklı inanç, kültür, mezhep ve etnik kökenlerin barış içinde yaşadığı bir ülke yolunda attığı adımları destekliyoruz. Saygıdeğer konuğumuzun, uluslararası toplumun Suriye’yi yalnız bırakmaması yönünde yaptığı çağrıyı memnuniyetle karşıladık.

Şurası bir gerçek ki, tahammülsüzlük çatışmayı; çatışmada ayrışmayı, nefreti ve şiddeti besler. Batıda giderek tırmanan İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığı, bu kısır döngünün birer tezahürüdür. Sosyal medya ve popülist siyasetçiler, Müslümanlara yönelik ırkçı ve ayrımcı algıyı bilerek ya da bilmeden körüklemektedir.

Çoğu zaman politik kaygılarla görmezden gelinen bu hassas meselenin, yarın daha vahim boyutlara ulaşma ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız. Türkiye olarak uzun süredir bu tehdit ve tehlikeye dikkat çekiyoruz.

Katolik Kilisesi’nin İkinci Vatikan Konsili sonrasında, diğer dillerin mensuplarıyla iyi ilişkiler geliştirme anlayışını bu bakımdan önemsiyoruz.

Şunu hepimiz çok iyi biliyoruz: Cenab-ı Allah, insanı bir erkek ve bir kadından yaratmıştır ve birbirleriyle tanışıp kaynaşmaları için soylar, toplumlar olarak var etmiştir.

Dolayısıyla aileyi koruyamazsak, bireyi koruyamayız. Bireyi koruyamazsak, insan olma bilincini muhafaza edemeyiz. Bu anlamda, hepimize çok önemli görevler düştüğünü bugün bir kez daha ifade etmek istiyorum. Şüphesiz ortak yanlarımız ve benzer yanlarımız, karşılıkların ve ayrımların fersah fersah ötesindedir. Hangi inançtan olursak olalım, hepimiz büyük insanlık ailesinin üyeleriyiz. Üzerinde yaşadığımız dünya, biz Allah’ın kulları için bir imtihan vesilesi olmasının yanı sıra, gelecek nesillerin de bize emanetidir. Bu emanete layıkıyla sahip çıkıp, bizden sonraki kuşaklara teslim etmek gibi bir sorumluluğumuz bulunuyor.

Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm, insanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez buyuruyor. Merhamet üzerinde, her zamankinden daha fazla durmamız gereken bir sürecin içindeyiz. Çevremize, diğer insanlara ve dünyaya merhamet nazarıyla baktığımız ölçüde, huzura, güvenliğe ve barışa doğru yol alabileceğimize inanıyorum.

Ortak zeminimizi güçlendiren çok önemli bir adım olarak değerlendiriyorum. Bu düşüncelerle, Katolik aleminin ruhani lideri, Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo’ya nazik ziyaretleri için şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Kendisine ve heyetine tekrar Türkiye’ye hoş geldiniz diyorum. Bu anlamlı ziyaretin, tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum."

Papa: Türkler harika bir geçmişe sahip

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarının ardından kürsü başına geçen Papa 14. Leo'nun konuşmasından öne çıkan satır başları şöyle;

"Nazik karşılamanız için çok teşekkür ederim. Papalık dönemimin yurt dışı yolculuklarına, ülkenizi ziyaret ederek başlamaktan memnuniyet duyuyorum. Zira bu ülkenin Hristiyanlığın kökenleriyle ayrılmaz bağları vardır. Ve bugün de İbrahim’in çocuklarını ve tüm insanlığı, farklılıkları tanıyan ve takdir eden bir kardeşliğe davet etmektedir.

Ülkenizin doğal güzellikleri, bizleri Tanrı’nın yarattıklarını korumaya teşvik etmektedir. Yaşadığınız bu toprakların kültürel, sanatsal ve ruhani zenginliği, farklı nesiller, gelenekler ve fikirler bir araya geldiğinde kalkınma ve bilgeliğin bir bütün oluşturacak şekilde birleştiğini ve böylece büyük medeniyetlerin şekillendiğini bizlere hatırlatmaktadır.
 

Bir yandan, insanlık tarihinde yüzyıllar süren çatışmaların olduğu ve dünyamızın hâlâ adaleti ve barışı çiğneyen hırslar ve seçimler nedeniyle istikrarlı olmadığı doğrudur. Aynı zamanda, karşımıza zorluklar çıktığında, böylesine muhteşem bir geçmişe sahip bir halk olmak hem bir armağan hem de bir sorumluluktur.

Yolculuğumun logosu olarak seçilen boğaz üzerindeki köprü imgesi, ülkenizin özel rolünü çok güzel ifade etmektedir. Akdeniz’in ve tüm dünyanın hem bugününde hem de geleceğinde önemli bir yeriniz vardır. Her şeyden önemlisi, iç çeşitliliğinize değer veriyorsunuz.

Asya ile Avrupa’yı, Doğu ile Batı’yı birleştirmeden önce bu köprü Türkiye’yi kendine bağlamaktadır. Bu köprü, ülkenin farklı bölgelerini bir araya getirerek ve bunu kendi içinde yaparak adeta duyarlılıkların kesişme noktasını oluşturmaktadır. Böyle bir durumda tekdüzelik yoksullaşmaya yol açar. Nitekim, bir toplum çoğulculuğa sahipse canlıdır. Çünkü o toplumu sivil toplum yapan, halkını birbirine bağlayan köprülerdir.

Oysa bugün, insan toplulukları, onları parçalara ayıran aşırı görüşler nedeniyle giderek daha fazla kutuplaşmakta ve bölünmektedir. Hristiyanların, ülkenizin birliğine olumlu katkıda bulunmak istediklerini size içtenlikle temin ederim. Ülkenizde yaşayan Hristiyanlar da Türklerdir ve Türk kimliğinin bir parçasıdırlar. Nitekim, Türk Papa olarak tanıdığınız ve halkınıza derin dostluk bağlarıyla bağlı olan Aziz XXIII. Yohanna da bu kimliğe büyük saygı duyardı.

Aziz XXIII. Yohanna, 1935 ile 1945 yılları arasında İstanbul’daki Latin cemaatinin patrik vekili ve Türkiye ile Yunanistan Apostolik Delegesi olarak görev yapmış ve Katolikleri, yeni cumhuriyetimizin devam eden kalkınma sürecinde dışlanmamaları için yorulmak nedir bilmeden çalışmıştır.

O yıllarda, Aziz XXIII. Yohanna şöyle yazmıştı: “Biz, bu ulusun İstanbul’lu Latin Katolikleri ve Ermeni, Rum, Keldani, Suriyeli gibi diğer dindere mensup Katolikleri olarak, sadece sınırlı temasımızın olduğu büyük bir dünyada yaşayan mütevazı bir azınlığız.

İnancımızı paylaşmayanlardan, yani Ortodoks kardeşlerimizden, Protestanlardan, Yahudilerden, Müslümanlardan, diğer dinlere inananlardan ve inanmayanlardan kendimizi ayırmak istiyoruz. Herkesin kendi işine, kendi ailesine ya da ulusal geleneklerine odaklanması, kendi toplumunun sınırlı çemberi içinde kalması mantıklı görünmektedir.”

Sevgili kardeşlerim, sevgili çocuklarım, size şunu söylemeliyim: İncil ve Katolik ilkeleri ışığında bu mantık yanlış bir mantıktır. O zamandan bu yana, kilisede ve toplumunuzda şüphesiz büyük adımlar atılmıştır. Ancak bu sözlerin günümüzdeki yankısı hâlâ güçlüdür.

Nitekim, saygıdeğer selefim, Akdeniz’in tam kalbinden, bizleri başkalarının acısını hissetmeye, yoksulların ve yeryüzünün çığlığına kulak vermeye davet ederek kayıtsızlığın küreselleşmesine karşı çıkmıştı. Böylece merhametli ve şefkatli; öfkesi yavaş ve sevgisi bol; tek Tanrı’nın yansıması olan şefkatli eylemi bizlere teşvik etmiştir. Bu bağlamda, muhteşem köprünüzün imgesi de yardımcıdır. Çünkü Tanrı da kendini göstererek yerle gök arasında bir köprü kurmuştur. Bunu, kalplerimizin değişip O’nun kalbi gibi olabilmesi için yapmıştır. Bu köprü, fizik kurallarına neredeyse meydan okuyan muazzam bir asma köprüdür. Benzer şekilde, sevginin de mahrem ve özel unsurlarının yanı sıra görünür ve kamusal bir boyutu vardır.

Ayrıca adalet ve merhamet, “güçlü olan haklıdır” zihniyetine meydan okur ve şefkat ile dayanışmanın, kalkınmanın gerçek ölçütleri olarak kabul edilmesini talep eder. Türkiye gibi, dinin görünür bir rol oynadığı bir toplumda, Tanrı’nın bütün çocuklarının erkeklerin ve kadınların, vatandaşların ve yabancıların, yoksulların ve zenginlerin onurunu ve özgürlüğünü korumak çok önemlidir. Hepimiz Tanrı’nın çocuklarıyız.

Kalpleri Tanrı’nın iradesine açık olanlar, her zaman ortak iyiliği ve herkese saygılı davranmayı teşvik ederler. Günümüzde ise bunu yapabilmek, yerel politikaları ve uluslararası ilişkileri yeniden şekillendirme açısından büyük bir zorluktur. Özellikle de, adaletsizliğin üstesinden gelmeye yardımcı olmak yerine, adaletsizliği daha da kötüleştirebilecek teknolojik gelişmeler karşısında bu daha da zorlaşmaktadır.

Yapay zekâyı yaptıysak, aslında kendi tercihlerimizi yeniden üretmekten başka bir şey değildir. Ve daha derinlemesine incelediğimizde, makinelerin değil, insanlığın kendi eseri olan süreçleri hızlandırdığını görürüz.

İşte bu nedenle birlikte çalışalım. Birlikte çalışalım ki kalkınmanın yörüngesini değiştirelim ve insanlık ailemizin birliğine verilen zararı onaralım.

Hanımefendiler ve beyefendiler, biraz önce insanlık ailesinden bahsettim. Bu metafor, ortak kaderimiz ile her bireyin deneyimleri arasında bağ kurmaya ve yine köprü inşa etmeye davet ediyor. Nitekim her birimiz için aile, sosyal yaşamın ilk çekirdeğiydi ve ailede öteki olmadan benim olmayacağını öğrendik.

Diğer ülkelerden daha fazla olarak aile, Türk kültüründe hâlâ çok önemlidir. Ve ailenin merkezi konumunu desteklemeye yönelik girişimler de fazlasıyla mevcuttur. Nitekim, toplumsal birlikte yaşam için gerekli tutumlar ile ortak iyiliğe yönelik ilk ve temel duyarlılık tam da ailenin içinde olgunlaşmaktadır. Elbette her aile kendi içine kapanabilir, düşmanlık besleyebilir veya bazı üyelerinin yeteneklerinin gelişmesini engelleyecek derecede kendilerini ifade etmelerini önleyebilir.

Oysa insanlar, bireyciliğe odaklanan bir kültür sayesinde ya da eliliği küçümseyerek, ya da hayatın getireceklerine açık olmaktan kaçınarak daha fazla fırsat elde edemezler veya daha mutlu olamazlar. Ayrıca, tüketimci ekonomiler aldatıcıdır. Çünkü yalnızlık bir işe dönüşür. Bu duruma, sevgiyi ve kişisel bağlara değer veren bir kültürle karşılık vermeliyiz. Çünkü ancak birlikte olduğumuzda gerçek benliğimize dönüşebiliriz.

İç yaşamımız ancak sevgiyle derinleşir ve kimliğimiz güçlenir. Temel insani bağları küçümseyen ve kendi sınırlılıklarını ve kırılganlıklarını kabullenmeyi öğrenemeyen kişiler, karmaşık dünyamızla etkileşim kurma konusunda daha kolay, hoşgörüsüz ve yetersiz hale gelirler. Aynı zamanda, aile yaşamı içerisinde eşler arasındaki sevginin değeri ve kadınların katkısı çok özel bir biçimde ortaya çıkar.

Özellikle kadınlar, eğitimleri ve mesleki, kültürel ve siyasi hayata aktif katılımlarıyla, ülkenize ve ülkenizin uluslararası alandaki olumlu etkisine giderek daha fazla hizmet etmektedirler. Bu nedenle, aileyi ve kadınların toplumsal hayatın tüm yönleriyle gelişmesine yaptıkları katkıyı destekleyen bu önemli girişimlere çok değer vermeliyiz.

Türkiye, adil ve kalıcı barışın hizmetinde, halklar arasında istikrar ve yakınlaşma kaynağı olsun. 4 Papa’nın Türkiye ziyaretleri, Kutsal Vatan Vatikan’ın Türkiye Cumhuriyeti ile sadece ilişkiler sürdürmekle kalmayıp, aynı zamanda Doğu ile Batı, Asya ile Avrupa arasında bir köprü olmasının yanı sıra, kültürlerin ve dinlerin kesiştiği yer olan bu ülkenin katkılarıyla daha iyi bir dünya inşa etmek için iş birliği yapmak istediğini de göstermektedir.

Bugün, diyaloğu teşvik edecek ve bunu sağlam bir irade ile sabırlı bir azimle uygulayacak kişilere, insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Büyük uluslararası kuruluşların kurulmasına tanıklık eden iki dünya savaşının yaşattığı trajedilerin ardından, şu anda ekonomik ve askeri güç stratejilerinin hakim olduğu ve küresel düzeyde çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemden geçiyoruz.

Bu yıkıcı dinamiğin emdiği enerji ve kaynaklar, barış, açlık ve yoksullukla mücadele, sağlık ve eğitim ile yaratılışın korunması gibi insanlık ailesinin bugün birlikte yüzleşmesi gereken gerçek zorluklar yerine başka yönlere doğru saptırılmaktadır.

Kutsal Makam Vatikan, sadece ruhani ve ahlaki gücüyle değil, her bir insanın bütünsel gelişimini önemseyen tüm uluslarla iş birliği yapmak istemektedir. Öyleyse, Tanrı’nın yardımına alçak gönüllülükle güvenerek doğruluk ve dostluk içinde birlikte yürüyelim. Teşekkür ederim."

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *