© Muhalif 2024

Mistik ütopik ve bir o kadar gerçekci

DUNE: ÇÖL GEZEGENİ BÖLÜM 2’ bu hafta vizyona giriyor ve kesinlikle ilk filmin gişesini, geçeceğe benziyor. Güçlü kadrosu, özgünlüğü ve yeni çıkan (İttihâki Yayınları) kitabı ile birlikte, adından çokça söz ettirecek gibi gözükmekte.

Bu tür filmlerde, uzun süre (2.40) izlemeye engel olmuyor. Kendisini, o özgün havasının içine kilitleyiveriyor. Sahra çöllerinden, gizemli ve tılsımlı ritüellere ve bunları taşıyabilen “Bakire Ana-Yüce Ana” ya da Kibela diyebileceğimiz ve dünya var olduğundan itibaren; tüm dinler ve başlangıç hikâyelerindeki benzerlik, son din olan Müslümanlık doğmadan önce katledilmekte olan ve diri diri gömülen kız çocuklarına gönderme yapıyor olması, filmi gizemli kılan farklı noktalarından.

Kız çocuklarını korumak. Çünkü dünya bu noktadan gelişecek.

Zaten filmi izlerken ilk Çağrı filmini izleyenlerin, benzer yanlarını belki anımsayacaklar ama içlerinde en önemli husus bana göre; usta oyuncu, Javier Bardem’in filmde Stilgar rolü ile başlı başına –Hamza- karakteri gibi sunulması, aslında her zaman söylediğim gibi hayranı olduğum, Anthony Quin’in(1915-2001)bir gün hayatı film olsa, en çok yakışanı olacak dediğim, Javier Bardem, adeta saflığı, doğruluğu ve  tam bir teslimiyet ile çölün ortasında, adaleti sağlayacak ve cenneti vaat eden mehdiye inancı ve duruşu, bunu hatırlatmakta.

Netice itibari ile şimdiye kadar ne Arabistanlı Lawrence, ne Indiana Johnes, böyle gizemlere şifre verdi. İşin içinde bütünüyle antropolojik ve tarih gömülü, o tarihler içerisinden de medeniyetlerin geçişi ve elbette, yer küreye bıraktığı izler sunulmakta.

Bunu da film boyunca sadece iki kez belirterek; geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez ile sunuyor ama bu kez atalara gidiyor. Her bireyin varlığında taşıdığı ama taşıdığından habersiz ataları ile bağları. Bilirsen, ilerlersin. Çölün ortasında bir havza ve burada “Yaşam Suyu” denilen, zor oluşturulan ve mavi renkte, başında kutsal tapınaklardaki gibi koruyucuları olan ancak Yüce Ananın talimatı ile harekete geçebilen işleyiş. Savaştıklarında gözleri adeta bir özgür bulut renginde, uçuk mavi oluveren insanlar. Hem kadının yaşamsal güç faktörünü belirtirken, hem de doğa anayı anmakta. Çünkü işin içinde, BAHARAT var.

Yazarı 1920 doğumlu, FRANK HERBERT, eseri altı kitaplık seri olarak DUNE olarak yazdı.

Arrakis  Dune  Çöl Gezegeni

Tarihte verilen ilk Nebula Ödülünü kazanan eser, birde Hugo Ödülüne layık görülmüştür. 1986 yılında vefat etmiş yazarın, hayal dünyasından esintiler, aslında tam da hayatın içinden derin ve keskin bir öngörü mekanizması ile ileriki dünyanın izlerini, henüz o yıllarda sunmuş. Bu da ayrı güzellik.

Derinlik…

Baharat, dedik filmin özü aslında bu. Dünya var olduğundan beri Feodal düzene uyanlar ya da aileden olsa bile, sisteme uymayanlar.

Paul Atreides (Timothee Chalemet) bunlardan ilki ve teki. Yanında birinci serinden hatırlayacağımız annesi Leydi Jessica Atreides (Rebecca Fergusen) bu kez hamile olarak karşımıza çıkar. İşte bahsedilen kız çocuğu, tam da bu noktada dünyayı yeniden cennete erdirmek noktasında, dişil gücün sembolü olarak açıklanmaktadır. Kadınları da filmde, yönetmenlik dışında senaryo olarak da, John Spaits ile birlikte ustaca kotaran, Dennis Villeneuve, seyirciyi “Baharat” olarak adlandırılan zararlı maddenin simsarlarını ve çöl ortasında, dev solucanlardan yaratılan, aslında damıtılan ve tüm geçmiş ataların ruhlarının suyunun bulunduğu bir havuzda kendi mistiğini, korumaktadır. Kendilerini, tüm gizemlerinin gücü ile cennete götürecek mehdiye inanan halkı, birazda hırslı annesinin yönlendirmesi ile yola koyulacak olan, Dük’ün oğlu Paul Atreides’in ölümünü ise sonsuza dek âşık kalacağı ve en az kendisi kadar savaşçı, topraklarını koruyan ama batıla inanmayan, isminin anlamı “Çölün İlkbaharı” olan, Chani’nin(Zendaya Coleman), gözyaşları kurtaracaktır. Gözyaşlarının önemini, bilhassa kadınların gözyaşı, hiçbir şey için dökmemeleri gerektiği, vurgulanırken; Paul ile Chani’nin sonsuz aşkı, Chani’nin her olgudaki güçlü duruşu, pek çok şeyi anlatmakta.

Güçlü kadrosu, başta “Beni adınla çağır-2017” den itibaren el attığı her filmde, kendi yükselişini hızla artıran, Timothee Chalemet’e son olarak Elvis-2022 filminden hatırlayacağımız, Austin Butler’in, performansı, eşlik etmekte. Yan rollerde, Cristopher Wolken gibi oyuncular, ayrı zenginlik katmakta.

Baştanbaşa büyüleyici, saran, o büyülü ortamın içinde sizi kâh çöllerde çaresiz; acaba yaşam suyundan içmeli miyim, yoksa Chani gibi sadece halk savaşçısı olarak mı, kalmalıyım gelgitlerinde, öz olarak güzel bir dünyayı herkesin hak edişini anlatmaya çalışmakta.

Netice itibari ile insanlık, daha doğrusu aklı başında ve sağduyulu olanlar; sömürenin hırslarının bir türlü sonunun gelmemesinden, yorulmuş olarak daha adil, daha eşitlikçi, daha güvenilir ve yaşanılası bir dünyayı hak ettiğine inanarak, artık savaşlardan değil, cennetin çiçeklerinden bahsedilmeyi görmek ve yaşamak istemekte.

Denizler, karalardan insanlık nasibini alamayan yaratılanlar; ısrarla yukarıda ki hayata koşmaya can atıyor olsa da, görünen o ki hâlâ yeterince ders alınmış değil.

Dünyada hâlâ aç, açıkta, eşit ve adil şartlarda çalışmayan, yaşam koşulları eşit olmayan çoğunluk aksine azalmıyor. Bir üst rahatlama level düzeyine, henüz geçilmiş değil.

Bütüne bakarsak, çok ders var.

Hele ki hayranı olduğum, Oscar Ödüllü, Hans Zimmer, müziği ile büyüye, büyü saçılmış. Mest ediyor.

Unutmayın, belki de çöl ortasında bir su damlasısınız.

Kaçırmayınız!

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER